TARFUS

Hizmet Detayları

Gelenekten Geleceğe…

Vakıf İnsanı Olmak

Doç. Dr. Fatih Kanca*

Vakıf, İslâm medeniyetinin kalbinde yer alan en köklü kurumlardan biridir. Onun ruhunu anlamak için Kur’an’ın infak, sadaka ve ihsan çağrısına kulak vermek gerekir. Allah Teâlâ, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz” (Âl-i İmrân, 3/92) buyurur. Bir başka ayette ise, mallarını gece gündüz, gizli açık Allah yolunda harcayanların mükâfatının Rableri katında olduğunu ve onların asla kaygıya kapılmayacaklarını bildirir (Bakara, 2/274). Bu ilahî mesajlar bize, malın sadece şahsi menfaat için değil, toplumsal hayra adanması gerektiğini hatırlatır. Vakıf, işte bu adanmışlığın kurumsal ifadesidir.

Resûlullah (s.a.s.), “Âdemoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır, ancak üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlat” (Müslim, Vasiyye, 14) buyurmuştur. Sadaka-i câriye, vakıf anlayışının özüdür; çünkü vakfedilen mal, insanın ölümünden sonra da hayır üretmeye devam eder. Hz. Ömer (r.a.)’ın Hayber arazisini vakfetmesi, bu anlayışın ilk örneklerinden biridir. Resûlullah (s.a.s.), ona malın aslını satmamasını, hibe etmemesini, miras bırakmamasını, ancak ürününden fakirlerin, yolcuların, misafirlerin ve Allah yolunda olanların faydalanmasını tavsiye etmiştir (Buhârî, Vesâyâ, 28). Böylece vakfın şer‘î temeli ortaya konmuştur.

Osmanlılar, Kur’an ve Sünnet’ten aldıkları bu ilhamla vakfı bir hayat tarzına dönüştürmüşlerdir. Medreselerden kütüphanelere, darüşşifalardan imarethanelere kadar toplumun her ihtiyacı vakıflarla karşılanmıştır. Öyle ki, sadece insanlara değil, hayvanlara bile vakıf eli uzanmıştır. Kuş hastanelerinden sokak hayvanlarına yiyecek bırakmaya kadar uzanan bu hizmetler, vakıf medeniyetinin ufkunun ne kadar geniş olduğunu gösterir. Üstelik Osmanlı vakıfları, sadece Müslümanlara değil, gayrimüslimlere de hizmet götürerek evrensel bir insanlık idealine işaret etmiştir.

Bugün vakıf insanı olmanın anlamı, yalnızca mal bağışlamakla sınırlı değildir. Vakıf insanı, bilgisini, emeğini, zamanını ve sevgisini Allah yoluna adayan kişidir. O, toplumun yükünü omuzlayan, ihtiyaç sahibinin yanında duran, gelecek nesillere iyilik mirası bırakandır. Böyle bir kimlik, üç temel özellik etrafında şekillenir: ihlas (sadece Allah rızasını gözetmek), devamlılık (iyiliğin sürekliliğini sağlamak) ve toplumsallık (kişisel değil, topluma fayda üreten işler yapmak).

Vakıf, bir kurumdan öte, bir medeniyet ruhudur. Kur’an’ın işaret ettiği infak anlayışı, hadislerin teşvik ettiği sadaka-i câriye ideali ve Osmanlıların hayatın her alanına taşıdığı vakıf uygulamaları, bugün bize yeniden yol göstermektedir. Vakıf insanı olmak, geçmişten gelen bu büyük mirası geleceğe taşımak ve yeni nesiller için kalıcı iyilikler inşa etmektir.

Bugün Amerika’daki cami derneklerimiz de aynı vakıf ruhunu taşımaktadır. Cami merkezli bu teşkilatlar, yalnızca ibadet mekânı inşa etmekle kalmaz; çocukların eğitimi, gençlerin manevi gelişimi, ailelerin ihtiyaçlarının karşılanması gibi pek çok alanda hizmet üretir. Bu yönüyle derneklerimiz, geçmişin vakıf medeniyetinin günümüzdeki temsilcileridir. Onlar, maddi imkânı olanların bağışlarını, gönüllülerin emeklerini ve cemaatin sevgisini bir araya getirerek kalıcı bir iyilik ağı kurmaktadır.

Aynı zamanda bu dernekler, sadece Müslüman topluma değil, yaşadıkları şehirlerin tamamına açık faaliyetlerle İslâm’ın ihsan ve paylaşma ruhunu tanıtmaktadır. İftar sofralarından yardım kampanyalarına, kültürel etkinliklerden gençlik programlarına kadar pek çok hizmet, vakıf insanı olmanın çağdaş tezahürleridir. Bu açıdan bakıldığında, cami derneklerimiz hem dine hem millete hizmet eden, vakıf geleneğinin sürekliliğini sağlayan kurumlar olarak özel bir anlam taşımaktadır.